VİPP

Adı gibi kara bir dağdı...
Gözünüzün alabildiğince uzayan bir ufuk ve olabildiğince kara, karamsar bir panorama...
Evet burası Diyarbakır’ın güneybatısında yer alan Karaca dağdı. Binlerce yıl önce patlayarak etrafa saçılan lavlar; bu gün ucu bucağı görünmeyen Diyarbakır ovasını, bir yorgan gibi örten bazalt kayalar halini almıştı.
Bir kameraya kaydedilip gösterilse; izleyenler ekrandaki kara renkten, gösterinin hala başlamadığını düşünürdü.
Özellikle yağmurlardan sonra görülmeye değerdi. Bütün o siyah kayalar, lame bir deri gibi parıldar, yansıyan güneş ışığına çıplak gözle bakamaz olurdunuz. Kayaların arasında nadiren rastlanan topraktan yükselen koku; içinizde bahar coşkusu yaratırken, en nadide çiçeklerin kokusuna taş çıkartırdı.
Kayaların üzerindeki yosunsu kalıntılar, kavurucu güneşin etkisi ile kurur, kurbağa derisi görünümünde kabarır, açık toprak rengini alırdı. Daha sonraları bir bıçak yardımıyla bunları kayalardan kazır, bir havanda dövüp, biraz da su ekledikten sonra avuçlarımıza sürerdik. Ellerimiz kısa bir süre sonra, bu doğal kınanın tesiriyle kırmızıya boyanırdı. Büyük bir marifet yapmış gibi, ortalıkta ellerimizi göstere göstere hava atarak gezerdik.
Bu kadar basit bir olayla, bu kadar çok mutlu olmak için pek çok sebebimiz vardı. Yılların biriktirdiği ihmal edilmişlikle, adı gibi, bahtı da kara insanlarla dolu bu Karaca dağda, yaşamımızı renklendirmek için çok fazla alternatif yoktu. Bu yüzden rutinin dışına çıkabildiğimiz bu küçücük eylemler,bize doyumsuz mutluluk verirdi.
Köyümüz küçük ama mensubu olduğumuz İzol aşireti, yörenin en geniş aşiretlerindendi, Babam da aşiretin önde gelenlerindendi.
Yine canımın sıkıldığı koyunların peşinde koşmaktan daha heyecanlı bir şeyler bulamadığım bir gün; Babam Abdurrahman ağa beni çağırdı.
-Oğlum. Dedi.
-Siverek ten şeyh Mustafa Hz.leri bize yavru bir Kangal köpeği yollamış. Zahmet etmiş.Zaten her zaman bize değer verdiğini gösterecek bir şeyler yapıyordu. Bu köpeği sana emanet ediyorum, ona çok iyi bak çok değerli birinin hediyesidir. Dedi.
Köpek gerçekten çok sevimliydi, top top patileri, gri ye çalan buz beyazı rengi vardı. Emaneti büyük bir sevinçle kabul ettim, artık hayatıma yeni bir renk gelmişti, günümün neredeyse tamamı onunla geçiyordu. Onu tam bir avcı gibi yetiştirmeye karar vermiştim... Günün ilk ışıklarıyla birlikte dışarı fırlıyor, o günün eğitim programını uygulamaya sokuyordum. Bacak kadar boyuyla gösterdiğim her şeyi anında kapıyor, sanki kırk yıldır bu çalışmaları yapıyormuşçasına ustalık sergiliyordu. Bense onu sadece hayranlık ifadeleriyle izliyordum.
Bir müddetten beridir, bir eksiklik olduğunu düşünüyordum. Evet bir eksiklik vardı ve çok önemliydi. Bu köpek özel bir köpekti, çok özel de bir adı olmalıydı.
Babamdan dinlemiştim; başından geçen bir olayda, kurtların ne kadar güçlü ve akıllı olduklarını anlatmıştı. Bizim buralarda kurt a: vipp derlerdi, köpeğime bu ismin yakışacağını düşünüyordum. Akıllı ve güçlü...
-Vipp...evet, evet Vipp.
-Vipp artık benim can yoldaşım olmuştu, ayak yoluna çıktığımda bile kapının eşiğinden ayrılmıyor, benimle koşuşup, oynaşmaktan büyük zevk alıyordu. Adeta aramızda sadece ikimizin anladığı bir lisan konuşuyorduk.
Defalarca kayaların arkasına saklanıp beni korkutmuş, yüreğimi ağzıma getirmişti. Bir insan gibi duygulara sahipti. Onunla çok iyi anlaşıyorduk.
Koyunları meraya çıkardığım günlerden biriydi, herşey gayet güzel gidiyordu, tek bir ağacın bile bulunmadığı bu kayalık arazide, cehennemi bir sıcaklık hüküm sürüyordu ve yaylaya çıkmak için gecikmiştik.
O cehennemi sıcaklıkta ter dökerken, yaylaya çıkanların yorgan örterek uyudukları aklıma gelince, tatlı bir ürperti içimi kapladı.
Neyse bir iki güne kadar biz de çıkacaktık, babam kıl çadırlarımızın onarılmasını bekliyordu. Keçi yününden yapılan bu devasa çadır: hiç eksilmeyen misafirlerin rahat etmelerini sağlayacak şekilde yapılmıştı.
Vipp koyunların etrafında dolanıyordu onu hayranlıkla izliyordum... Birden sol ayağımda müthiş bir acı hissettim! Ne olduğunu anlamaya çalışırken, rengarenk bir yılanın yanımdan hızla uzaklaştığını gördüm.Yılan ayak bileğimden ısırmıştı! Sanırım kayanın altı bir yılan yuvasıydı, hemen oradan uzaklaştım, yılan zehrinin hızla kana karıştığını duymuştum, köyden çok uzakta değildim, avazım çıktığı kadar bağırarak koştum.
Vipp anormal bir şeyler olduğunu sezmiş benden öne atılarak var gücü ile havlamaya başlamıştı. Bütün gücüyle koşarken arada bir arkaya bakarak, adeta ne oldu? diye soruyordu.
Köyden avazımıza koşanlara olanları anlattım. Askerliğini sıhhiye olarak yapmış olan Cevdet amcaya haber ulaştırıldı. Cevdet amca pür telaş evden fırlamıştı, bir yandan şalvarının bağcıklarını çekiştiriyor, bir yandan da arkası basılı ayakkabılarını ayağına geçirmeye çalışıyordu. Başımda toplanan kalabalığı dağıtıp, İlk müdahalesini yaparken etrafındakilere bağırdı:
-Çabuk atımı hazırlasınlar! Diyarbakır a inip yılan serumu yaptırmalıyız.
Cevdet amcanın üzerine titrediği bir rahvan atı vardı, kısa sürede hazırlanıp büyük bir kalabalıkla yola koyulduk. Cevdet amcanın atı bir otomobil hızı ve rahatlığıyla yol alıyordu.
Bir müddet sonra kendimden geçmişim, Diyarbakır Numune hastanesine varır varmaz, doktor amcalar gerekli müdahaleleri yapmış, bundan sonrası Allah a kaldı deyip takip altına almışlardı...
Üç günlük yoğun bir bakım ve tedaviden sonra kendime gelmiştim, doktor amcalara göre kefeni yırtmıştım. Oysa ben bir şey yırttığımı hatırlamıyordum!
Tedavimin devamı için gerekli ilaçları aldıktan sonra, beşinci gün köye dönmüştük. Eş dost kim varsa evimize koşmuş, geçmiş olsun dileklerini iletiyordu. Annem iki gözü iki çeşme, elleri havada, seccadesinin üzerinde Rabbi ne şükürler ediyordu.
Evet gerçekten ucuz kurtarmıştım. Doktor; bünyemin çok kuvvetli olduğunu, başkasının bu mücadeleden kolayca sağ çıkamayacağını söylemişti.
Vipp i merak ediyordum, tam beş gündür ondan ayrıydım! Ne yaptığını sordum:
-Sen gittiğinden beri gözünü yoldan ayırmadı, hep seni bekledi, tek lokma bir şey yemedi, şimdi de kapının önünde, seni görmek için sabırsızlanıyor. Dediler.
Daha fazla dayanamadım, dışarı fırladım, babama aman! diyecek zaman bırakmamıştım. Yatak çarşafı kapı önüne kadar benimle sürüklenmişti. Ayağım takılınca tepe taklak kapı eşiğine düştüğümde, Vipp le burun buruna gelmiştim! Aman Allahım o aslan parçası Vipp gitmiş, geriye bir kemik torbası kalmıştı. Beş gün içinde nasıl olmuşta bu kadar zayıflamıştı?
Sardım, kokladım, iki insan gibi hasret giderdik, onun da gözlerinden benim gibi yaşlar aktığını fark ettim. Bu sahne bana olan sevgi ve bağlılığını ifade etmeye yetmişti.
Kısa sürede iyileştim, Vipp benden daha hızlı düzelmiş, kısa sürede kendine gelmiş, eski heybetini kazanmıştı.
Aradan beş yıl geçmiş, ben kocaman delikanlı olmuştum. Vipp nerdeyse adam boyunda, dev bir çoban köpeği olmuştu.
Çok sert bir kış geçiriyorduk. Müthiş kar yağmıştı. Babam elli yıldan beri böyle bir kış görmediğini ifade ediyordu. Köylünün şehirle irtibatı kesilmiş, yakacak ve erzak tükenme noktasına gelmişti.
Büyüklerimiz zaman, zaman toplanıp yaban avına çıkıyorlardı. Kimi zaman eli boş, kimi zaman da keklik, boran, karkuşu hatta tilki vurup dönüyorlardı. Av dönüşü akşamları kurulan sofralarda, yemekler kadar sohbetlere de doyum olmuyordu.
Bu karlı günlerde bir sabah ezanında, köpeklerin kopardığı vaveyla ile yataklarımızdan fırladık! Ne oluyor diye herkes birbirinin yüzüne bakarken, bir yandan da küçücük pencerelerin önünde biriken hane halkının arasından, kendimize yer açmaya çalışıyorduk.
Köyümüze kurt sürüsü inmişti!
Köpeklerimiz olağanüstü bir cesaretle vahşi kurtların üzerine yürüyordu. Manzara anlatılır gibi değildi, tam bir can pazarı yaşanıyordu. Aç kurtlara yiyecek bulmak için köye inmekten başka çare kalmamıştı. Köpeklerimiz de Allah vergisi bir iradeyle malımızı ve canımızı korumaya çalışıyorlardı. Böyle bir gün için önceden hazırlıklıydılar, boyunlarında üzeri sivri demirlerle dolu halkalar taşıyorlardı, kulakları ve kuyrukları daha küçük yaştan kesilmiş kurtların diş geçirmelerine olanak bırakılmamıştı.
Belki de tüm yaşamları boyunca bir daha, vücutlarında yapılan bu değişikliklerin faydasını görmek şansları olmayacaktı.
Bembeyaz karın üzerinde kaçanın, kovalayanın kanları desenler çizerken, uzaktan silah sesleri de işitilmeye başlamıştı, anlaşılan bir kısım köylü silahlanıp, kurtların peşine düşmeye başlamıştı. Tam bu sıra evimizin arkasından gelen hırlamalarla irkildik, arka tarafa bakan penceremiz olmadığı için sırtına bir şeyler alan soluğu damda aldı. Dama çıktığımızda; babam elinde keleşiyle (kaleşinkof tüfek) arka bahçeye bakıyordu. Aynı tarafa seğirttik. Aman Allah’ım; bizim Vipp bir kurtla boğuşuyordu!
-Baba, baba bir şeyler yap, ne olursun! Diye bağırdım. Babam ilginç bir soğukkanlılıkla;
-sabırlı ol oğlum, bu Vipp için bir sınavdır ve bu sınavdan başarı ile çıkacağına inanıyorum. Çünkü o mübarek bir zatın armağanıdır, mutlaka manevi koruyucuları vardır. Sabredip hep birlikte göreceğiz... Dedi.
Panik ve şaşkınlık içindeydim, yıllardır gözümden esirgediğim, benim için ölüm orucu tutan, kardeşlerimden, arkadaşlarımdan daha fazla bağlı olduğum, yaşama sevincim Vip; gözlerimin önünde dev bir kurtla kan revan içinde boğuşuyordu ve Babam bana sabretmemi söylüyordu. Bahçeye atlamak için atılmamla birlikte, etkisiz hale getirmeleri bir oldu. Elim kolum bağlı, gözbebeğimin bir kurt tarafından parçalanışını izleyecektim.
Babamı anlayamıyordum...
Kavga uzuyor, iki tarafın hırlamaları ve homurtuları izleyenleri ürkütüyor, ama korku ve merakla karışık, kavgayı izlemekten kendimizi ala koyamıyorduk.
Babama artık nefretle bakıyordum, hem çok değerli bir zatın armağanı dediği, hem de en az bir evladı gibi üzerine düştüğü, korumam için benden daha emin birini bulamadığı güzelim köpeğimi, bu aç kurttan korumak için hiçbir şey yapmıyordu. Peki manevi koruyucular nerede kaldılar, kim kurtaracak sevgili Vipp imi? Kahrımdan bayılmak üzereydim, gelen köylülerden olaya müdahale etmek isteyenleri de, Babam; Abdurrahman ağa engelledi. Sabredin diyor, başka bir şey yapılmasına izin vermiyordu.
Kavga bitmek bilmiyor, ama taraflar da birbirine galip gelemiyordu. Bahçedeki karın rengi tamamen kırmızıya dönmüştü, bahçemizi çeviren bazalt taşlı duvarlar da kanlardan nasibini almıştı.
Vipp in bütün gücüne karşılık, bembeyaz kürkü ve masmavi gözleriyle bir gelin güzelliğindeki bu kurt; adeta bir onur mücadelesi veriyor, izleyen bunca insana rağmen, kavgadan kaçan taraf olmamaya çalışıyordu.
Bu mücadele benim için de ilginç olmaya başlamıştı. Bir yandan dualar ediyor, bir yandan da gözümü kırpmadan izliyordum.
Mücadele uzadıkça uzadı. Ne kaçan, ne kovalayan vardı. İki taraf ta gücünün son kırıntılarını kullanıyordu. Bense babamın ne zaman bu kavgaya müdahale edeceğini merak ediyordum.
Boğuşmanın bir anında, birbirlerinden ayrı düştüler. Bu sırada Vipp, adeta karşısındakine kaçmak için fırsat vermek istermişçesine, yüzünü başka yöne çevirdi. Zaten yorgunluktan bitap düşmüş olan kurt; bu lakayt davranışı fırsat bilerek, tesadüfen oradan geçen biri edasıyla, er meydanına sırtını dönerek ağır adımlarla uzaklaşmaya başladı. Arada bir durup arkasına bakıyor, sonra da biraz daha hızlanıyordu. Epeyce uzaklaşmıştı.
Vipp; bu onurlu kavga arkadaşının arkasından havlamak bir yana, adeta eski bir dosttan ayrılıyormuşçasına iç çekmişti.
Babamın keyfi yerine gelmişti, beklediği manevi muhafızlar gelmişçesine vakur bir edayla;
-Ben size sabredin demiştim! Dedi.
Vipp, onu mahcup etmemişti. Hemen köylü ile koşuşup,Vipp in yaralarını tımar etmeye başladık. O da bu duruma itiraz etmemiş, mağrur bir kahraman edasıyla kendini ellerimize bırakmıştı.
Bu olayın üzerinden günler geçmişti, sert kış hükmünü sürdürüyordu...
Vipp in yaraları da iyileşiyordu.
Kurtlar, zaman zaman köyün çevresindeki tepelerde beliriyor, ancak köye fazla yaklaşmıyorlardı. Babamın dürbünü ile onları izlerken, o beyaz kurt u daima ön saflarda görüyordum. Mağrur bir edayla köyü gözlüyor, başını gök yüzüne kaldırarak uzun uzun uluyordu, sanki birilerini davet ediyordu.
Bir müddet sonra Vipp te onlara katılmaya başladı, adeta beyaz kur ta cevap veriyordu. Karşılıklı ulumalar bir müddet daha devam etti.
Yine kurtların tepelerde belirdiği bir gündü; beyaz kurt, öncekilerden daha davetkar uluyordu, Vipp bu ulumalara eskisi gibi dirençli bir yanıt veremedi. Sanki bu davete uyacak gibiydi.
Vipp teki bu değişiklik beni tedirgin etmişti! Nitekim çok geçmeden tepelere doğru ilerlemeye başladı. Arkaya dönüp baktığında, bana bakışlarıyla hoşça kal der gibiydi. Belli ki kurt la boğuşmaları sırasında, onun gücünden ve güzelliğinden etkilenmişti. İkisi de o güne kadar, kendilerine emsal bir güçle karşılaşmamışlardı. Karşılıklı hayranlık duygusu, aralarında bir sevgi doğurmuştu. Bu iki olağanüstü canlıyı, manevi bir kuvvet bir araya çekiyordu.
Bu hislerimde yanılıyor olmak için, bütün içtenliğimle Allah a yakardım. Ama nafile gerçek ortadaydı, Vipp almış başını gidiyordu...
Kısa bir süre içinde tepeye iyice yaklaşmıştı, Vipp in kendisine doğru geldiğini gören mavi gözlü büyük beyaz kurt; adeta mutluluk çığlıkları atarak, tepeden geri doğru döndü, Vippte onlara uyarak tepeyi aştı ve gözden kayboldu.
Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Sevgili Vipten haber yoktu. Köylünün dilinde, kurtlar tarafından parçalanmış olabileceği söylentileri dolaşıyordu. Bunun doğru olabileceğine kendimi inandırmaya çalışıyordum. Ondan ayrılmak dayanılmaz bir duyguydu. Yalnızlığımı paylaştığım sadık arkadaşım artık geri gelmeyecekti, yokluğuna alışmalıydım.
Havaların düzelmesiyle birlikte, Babam beni karşısına aldı.
-Oğlum. Dedi.
-Seneye askere gideceksin. Vatan borcu, namus borcu. Hepimiz gibi sende sıranı savacaksın. Ama annenle ben iyice yaşlandık. Gidipte dönmemek, dönüpte bulamamak var. Annenle de konuştuk. Beşik kerttiğin evlenme yaşına girdi, yolunu gözlüyor. Sizleri biran önce everelim de, askere gitmeden kucağımıza bir torun bırakın, ondan senin kokunu alır avunuruz. Sen askerden dönünceye kadar da torunumuz ele avuca gelir.
Bizim töremizde baba veya büyükler bir karar vermişse; gençlere sadece uymak düşerdi. Buyruk böyleydi, boynumuz da kıldan ince...
Usulen bana yapılan bu duyurudan sonra, kısa sürede düğün hazırlıklarına geçildi. Bir kardeş gibi birlikte büyüdüğümüz amcam kızı Zozan la, karların erimeye başladığı mevsimde, Babam Abdurrahman ağanın şanına yakışır bir düğünle evlendik.
Evliliğimiz tamamen büyüklerimizin kontrolündeydi, bekarlık dönemimden tek fark; artık yatağımı paylaştığım amca kızının varlığıydı. Babam evin her türlü ihtiyacını temin ediyordu, bu konuda benim herhangi bir katkım olmadığı gibi, böyle bir şansım da yoktu. Amca kızıyla annem evde yaptıkları işlerin dışında süt güğümlerini alıp beri ye (süt sağmaya) çıktıklarında, bana da koyunları sağılmak üzere sıraya dizmek düşerdi.
Alışık olduğumuz bir Diyarbakır yazından sonra, Karaca dağ tekrar beyaz pelerinlerini giymişti. Karla birlikte eski yaram da depreşmişti. Sanki birazdan şu tepelerin ardından, Vipp ortaya çıkıp bana doğru koşacak. Eski günlerdeki gibi sarılıp hasret giderecektik. Bunun olmasını boşuna bekliyordum.
Ocak ayının sonlarıydı, ağıldaki koyunlara yem verirken, küçük kardeşim yanıma geldi.
-Abi. Dedi.
-Bir oğlun oldu.
Doğumu bekliyorduk ama, bu kadar çabuk değil. Erken gelen bu sürprize çok sevinmiştim. Kardeşimi eve gönderdim. Kapıyı kapatıp ağıldan çıktım.
Eve gidemezdim, bu çok ayıp olurdu. Büyüklerimizden böyle terbiye almıştık. Babamdan biliyordum; Dedemin bulunduğu yerde bizi kucağına alıp sevmek bir yana, gülerek bile yüzümüze bakamazdı. Evde büyüklerin olmadığı zamanlarda babamızın bizi gizlice sevip okşadığını hatırlardım.
Baba olmak duygusunu tek başıma yaşamaktan başka çarem yoktu. Eve gidip sevincimi ifade edemezdim. Karmakarışık duygular içinde karlara bata çıka, köyün su kuyularının olduğu yere kadar gelmiştim. Kuyuları yukardan gören bir kayanın üzerine çömeldiğim sırada, kuyunun yanı başında oynaşan üç beyaz kurt yavrusu gördüm. Korkuyla yerimden fırladım! Üzerimde silah yoktu ve yalnızdım, bunların aileleri de mutlaka bu civardadır. Ne yapacağıma karar veremediğim bu anda kayaların arasından iki dev anası kurt ortaya çıktı. Beni hemen fark ettiler. Biri hızla bana doğru koşmaya başladı, dizlerimin bağı çözülmüş, gözlerim kararmıştı! Kaçamazdım. Babalığımın ilk gününde, daha çocuğumu bile görmeden sonum mu gelmişti?
Bayılmışım, yüzümde gezinen ıslaklığa ayıldım, o iki kurt baş ucumda, biri beni yalarken diğeri de yavrularını etrafında tutmaya çalışıyordu.
Bu yüz çok tanıdıktı, bu bir rüya olabilirmiydi, deminden beri kurt zannettiğim; Benim Vipp imden başkası değildi, yanındaki kurt ta kavga ettiği mavi gözlü büyük beyaz kurttu, bunlar da Yavrularıydı. Vipp te benim gibi baba olmuştu. İlahi bir tesadüf, benim baba olduğum bugün yavrularını alarak ziyaretime gelmişti. Babamın dediği gibi; bu köpek gerçekten çok özel bir hediyeydi. Sanki keramet gösterir gibi, sevincimi kimseyle paylaşamadığım, içime gömdüğüm bu gün; hem yalnızlığıma ortak olmuş hem de yavrularını bana getirerek kendi sevincini paylaşmıştı.
Başını ellerimin arasına alarak büyük bir sevgiyle ona baktım, ikimizin de gözleri dolmuştu.
Dişi kurt adeta bizim için çevreyi kolluyordu. Ne kadar bu şekilde kaldığımızın farkında değildik, mavi gözlü huzursuzlanmaya başlayınca havanın kararmak üzere olduğunu fark ettim. Vipp isteksizce benden uzaklaşmaya başladı, onu anlamaya çalışıyordum, artık bir ailesi ve ailesine karşı sorumlulukları vardı. Mutluluğumu anlatmaya kelimeler yetmezdi. Baba olmuş ve sevincime ortak olacak bir eski dostumla görüşmüştüm. Benden uzaklaşmaya başladıklarında onları bir daha asla göremeyeceğimi hissediyordum. Vipp çok onurlu bir davranışta bulunmuştu. Artık beni merak etme, bir ailem ve yeni bir yaşantım var mesajını vermişti. Bundan sonra onu hep mutlu bir aile reisi olarak hatırlayacaktım. Arkasına baka baka tepenin arkasına doğru ilerlerken, yavrularını bir baba müşfikliğiyle önüne katmayı da ihmal etmiyordu.
Batan güneşin kızıla boyadığı ufukta kaybolduklarken artık göz yaşlarımı tutamıyordum.

Önceki Uzm.Ecz.İbrahim YAVUZ Yazıları