Ocak ayında kışın en soğuk günlerinden kaçmak için yaz mevsimini yaşamakta olan Güney Afrika Seyahati’nin adını duymak bile içimizi ısıtmaya yetti. Güney Afrika, ağır sanayi ve maden işletmeleriyle, Afrika kıtasının tartışmasız güç merkezi ve ekonomi devi bir ülke. Yer altına verilen bu bolluk Afrika’ya özgü bir çok bitki, yabani hayvan ve kuş çeşidiyle de etrafınızı sarar. Türkiye’nin bir buçuk katı büyüklüğünde olan Güney Afrika’nın göz alıcı sahilleri, üzüm bağları, meyve bahçeleri, mahzun çölleri, görkemli gökdelenleri ve zengin yer altı madenleri olan bir çok şehri vardır. 40 milyon nüfusa sahip Güney Afrika’nın beşte birini beyazlar, üçte ikisini siyahlar, kalan kısmını ise Hintliler ve Asyalılar alır. Resmi dilleri İngilizce ve Afrikans tabir edilen yerli dilleridir. Bu dillerin dışında küçük küçük 9 farkı yerel dil konuşulur. Başkenti sanılanın aksine Johannesburg yada Cape Town değil Pretoria’dır. Uzun yıllar İngiliz kolonilerinin hükmü altında kalan ülkede yoğun bir kültürel çeşitlilik, son derece renkli sosyolojik yapı mevcuttur. Para birimi ZAR’dır ve Türk Lirasının daha değerli olduğunu gördüğüm nadir ülkelerden. Güney Afrika kahvesi, peynirleri, etleri ve şaraplarıyla Türklerin lezzet olarak yabancılık çekmeyecekleri bir ülke. Ayrıca insanları da çok cana yakın ve sıcaklar…





Bu sıcak ve güzel ülkeye gezimiz bizi Güney Afrina’nın kavurucu sıcaklarından koruyacak hediye güneş kremlerimiz ile 9 saatlik bir İstanbul-Johannesburg uçusu ile başladı.


Eğer yolunuz yaz ayında bu ülkeye düşerse yanınıza güneş kremi almadan sakın gitmeyin çünkü bu bölgede ozon deliği daha fazla olduğu için Türkiye’ye göre çok daha fazla yakıcı ve zarar verici.






Bu uzun yolculuğun güzel tarafı kuzeyden güneye bir uçuş olduğu için saat farkı ve jet-lag olmamasıydı. Böylece öğlen saatlerinde vardığımız Johannesburg’u ilk gün sendromu olmadan gezmeye başladık. Altın madenleri üstüne kurulmuş tam bir iş merkezi olan Johannesburg maalesef dünyada suç oranının en fazla olduğu şehirlerden biri. Bunda zengin ve fakir ararsındaki büyük uçurumların da rolü büyük. Yolda yürüyen insan görmek neredeyse imkansız. Güney Afrika denilince akla gelen ilk isim olan Nelson Mandela’nın adını taşıyan ve büyük bir heykelinin bulunduğu Madela Square’de öğlen yemeğimizi aldık.








Daha sonra 2.5 saatlik bir otobüs yolculuğu ile tozlu çayırlar içinde bir serap gibi karşımıza çıkan Sun City’e doğru yola çıktık. Emsalsiz Lost City (Kayıp Şehir) tema parkı ile Afrika’nın en büyük projesi bizi bekliyordu. Sun City’de otelimiz daha önce izlediğim ve hayran kaldığım BLENDED (Karışık Aile) filmindeki The Palace of the Lost City oteliydi. Akşam saatlerinde vardığımız bu rüya otelde bizi yerli halkın dansları karşıladı. Muhteşem bir mimari ve doğal güzelliğin olduğu bu otelde tam kendimi kaptırmışken otel odamın camında yazan (Pencerinizi kapalı tutun maymun girebilir) uyarısı bana Afrika’da olduğumu hemen hatırlattı.






Sun City, büyük bir alana kurulmuş harika 4 otel ile dalga havuzları, golf sahaları, Las Vegas’ı aratmayan kumarhaneleri, sıcak hava balonları, yapay gölleri, timsah havuzu, safarisi ile yapılacakların bitmediği büyük bir oteller bölgesi.






Ertesi sabah güneş doğarken ilk safarimiz için özel araçlar eşliğinde Pilanesberg Doğal Yaşam Parkı’na hareket ettik. 3 saatlik safarimiz 55 bin hektarlık bir vahşi doğal yaşam parkında dışarıdan hiçbir müdahale olmadan yaşamlarını sürdüren hayvanları ve doğal bitki örtüsünü görmek için heyecanlı bir şekilde başladı. Eskiden safariler Afrika’nın 5 Büyük vahşi hayvanlarını avlamak için yapılırmış. Şimdi ise tüfeklerin yerini fotograf makineleri aldı . Bu durumu 5 Büyük olan Afrika Mandası, Afrika Leoparı, Afrika Fili, Aslan ve Gergedan’da kabullenmiş görünüyor. Soyu tükenmekte olan Manda ile Leopar dışında diğerleri yanınızdan sessizce geçip gidebiliyor.




Rehberimizin çabalarıyla sabah safarisinde bir Aslan ailesini yakından gördük.






Zebralar, antiloplar, maymunlar, geyikler, bu bölgeye özel kuşlar her yerdeydi. Gergedan ve Suaygırını da sabah görme şansımız oldu. Akşam üstü safarisinde ise fil ailesi, nadir görülen siyah gergedan, zürafa ailesi gördük.






Genellikle gece avlanan, yüksek kayalık ve ağaçlarda gezinen ve çok nadir görülen Leopar’ı maalesef göremedik. Belgesellerden izlediğimiz bu hayvanları canlı canlı görmek gerçekten harikaydı.





Bu güzel günün akşamını Afrika yerel yemeklerini tattığımız ve yerel danslarını izlediğimiz Boma’da yağmur altında tamamladık.






3. günün sabahında yerel bir hava yolunun Afrika’nın kendisi gibi renkli uçakları ile Johannesburg’dan Cape Town’a 2.5 saatlik bir uçuş yaptık.





Tarihindeki ırk ayrımcılığı ve ön yargısı ile her ülkeden daha kötü şöhrete sahip Güney Afrika’nın aslında kalplerdeki şehri olan Cape Town’a girerken siyahların yaşadığı teneke mahallesini görünce bu ülkedeki fakirliği, yüksek suç oranlarını ve yaşanan acıları hissetmeden geçemiyorsunuz. Fakat biraz ileride önünden geçtiğimiz bir devlet hastanesinde dünyada’ki ilk kalp naklinin 1967 yılında Dr Christian Barnard tarafından bu şehirde yapıldığını öğrenince şaşırıyorsunuz.





Yine de Atlantik okyanusu ile muhteşem Masa Dağı arasında kurulmuş olan Cape Town’u görünce içimiz hemen ısındı ( Afrikan dilinde Kaapstand).






Tepesindeki düzlükten dolayı bir masaya benzetilen ünlü Table Mountain (Masa Dağı)’in üzeri beyaz bulutlarla kaplandığında yerli halk tarafından Masa örtüsü örtüldü diye tanımlanıyormuş. 5-6 dakikalık bir yolculukla kendi etrafında 360 derece dönerek çıkan teleferiklerle eşsiz Masa Dağı’ından tüm şehri kuş bakışı görmek mümkün. Sadece rüzgarsız ve açık havalarda yapılan bu teleferik yolculuğunda zaman zaman uzun kuyruklar olsa da buna kesinlikle değiyor. Masa Dağı’nın kendine özgü bitki örtüsü ve botanik bahçesi bulunuyor, hediyelik eşya satan dükkanları ve yiyecek yerleri de mevcut.







Cape Town’daki otelimiz limanda ünlü bir alış veriş merkezi olan Victoria&Alfred Waterfront ‘un içindeydi ve harika bir konuma ve manzaraya sahipti.






4. günümüzde ‘Cape Town Ulusal Parkı’ içindeki ünlü Ümit Burnu’nu görmek için gezimize başlıyoruz. İlk durağımız Hout Bay Limanı. Buradan kalkan tekneler ile açılarak Duiker Adası’ındaki Cape kürklü fokları görmeye gittik.







Daha sonra Simons Town yakınlarında ki Boulder’s Beach’te yaşayan ve soyu tükenmekte olan Afrika Penguenlerini ziyaret ettik. Bunları diğer penguenlerden ayıran en önemli özellikleri gövdesindeki benekleri ve jilet gibi keskin gagalarıymış.







Daha sonra yolculuğumuz Kap Yarımadası’na devam etti. 1488’de Portekizli kaşif Barhelomias Diaz ilk olarak Hindistan yolunu ararken bu burunu görmüş ama şiddetli fırtına nedeniyle karaya çıkamamış ve buraya ‘Fırtınalar Burnu’ adını vermiş. Dönüş yolunda ise burayı güneşli ve ışıklar altınca görünce ismini değiştirerek Ümit Burnu ‘Cape of Goof Hope’ olarak değiştirmiştir.







Afrika’nın en güney batı köşesi olan Cape Point’e varınca feniküler ile dünyanın en yüksek fenerine çıktık ve bir yanda Hint Okyanusu diğer tarafta Atlas Okyanusunun harika manzarasını seyrettik. Bu bölgede vahşi bir maymun türü olan Babunlara karşı her yerde ciddi uyarılar vardı. Görüldüklerinde oldukça saldırgan ve tehlikeli olabiliyorlarmış.







Cape Town’da gezilecek yerler arasında Waterfront limanından hareket eden tekneler ile Nelson Mandela’nın 27 yıl hapis yattığı Robben Adası da bulunuyor. Ayrıca Cape Town’un en karakteristik bölgelerinden bir Müslüman mahallesi olan Bo-Kaap, küçük sokakları ve renkli evleri ile görmek oldukça zevkli.







Bu kadar ucuz bir ülke olan Güney Afrika’dan neler alınır sorusuna gelince: Deve kuşu yumurtası, Elmas, Afrika’ya özgü lacivert bir değerli taş olan Tanzanit , renkli boncullardan takılar, Afrika’ya özgü bir çalgı olan Vuvuzela, orijinal satranç takımları, tahtadan oyma hediyelik eşyalar, lezzetli yerel şaraplar, kurutulmuş etleri olarak bilinen Biltong, yerel rengarenk kıyafetler ve daha bir çokları uygun fiyatlara ve pazarlık yapılarak alınabilir. Alış veriş için turistik bölgelerdeki hediyelik eşya dükkanları, sokak satıcıları ve Cape Town merkezdeki Green Market Square yerel hediyelikler için tercih edilirken, V&A Mall ise orijinal markalı ürünleri ucuza almak için önerilir. Ayrıca Rooibos Çayını (kızıl çalı) da unutmamak lazım . Ihlamur gibi demlenip içilen ferahlatıcı ve rengi siyah çaya benzeyen bu içecek düşük tanen oranı ve kafeinsiz olması sebebiyle çok tercih ediliyor ve ben tadını çok beğendim.







Cape Town’da gördüğüm nadir 2 eczaneden bahsetmeden geçemeyeceğim. Eczanelerin bir çok market ürünü sattığını gördüm ama bu kadar da çikolata, şeker ve meşrubat satanını görmemiştim…





Sonuç olarak Güney Afrika’nun 5 büyük hayvanından esinlenerek (bir çok motifte bu hayvanlar kullanılıyor) bu güzel ve masalsı ülkeden aklımda kalan 5 kelime Safari, Ümit Burnu, Masa Dağı, Ucuzluk ve Keşif…



Güzel yerler keşfetmeniz dileğiyle…





Ocak 2016





Ecz. Fulya Gezginci

Önceki BİZDEN GELENLER Yazıları