Bilimsel araştırmaların sonuçları insan yaşamının sağlıklı ya da sorunlu, kısa ya da uzun olmasında en önemli etkenin “oksidatif hasar” olduğunu ortaya koyuyor. Aslında vücudumuzun bu oksidatif etkenlere karşı koyabilecek savunma sistemlerine sahip olduğunu biliyoruz; süperoksit dismutaz, katalaz, glutatyon peroksidaz vd. enzimler normal koşullarda oksidatif etkenlerin yol açtığı “serbest radikaller” ile savaşta en önemli silahlarımız. Tabi yalnız değiller. Bu silahlarımıza yediğimiz, içtiğimiz besinlerde bulunan fitokimyasallar, özellikle polifenolik yapıda bileşikler, flavonoitler, prosiyanidinler, vd. önemli destek sağlıyor. Bu bakımdan dengeli beslenmenin ne kadar önemli olduğu sık sık vurgulanıyor.
Diğer taraftan, modern yaşam tarzının bizlere kazandırdığı kolaylıkların yanı sıra oksidatif hasar riskini artırdığı da maalesef bir gerçek;
• Artan stres; trafik sıkışıklığı, yoğun iş temposu, azalan ve gerilen sosyal ilişkiler, finansal kaygılar gibi etkenlere bağlı,
• Özel ya da toplu taşıt araçlarının kullanımına bağlı giderek azalan hareketlilik,
• Çevresel toksinlerin oranında artış; endüstrileşmenin kaçınılmaz sonucu olarak artan zararlı gazlar, kimyasallara maruziyet,
• Besin içeriklerinde yetiştirme, işlem ve hazırlama koşullarına bağlı fakirleşme;
• Sigara, alkol ve bazı kimyasal ilaçların tüketimi
Bunlar hemen aklımıza gelen başlıca çağdaşlaşma riskleri, daha birçoğu sıralanabilir, şüphesiz. Peki, ne yapacağız, “her bir şeyi satıp/savıp köylere mi döneceğiz?”. Hani şu “Ferrarisini satan adam gibi” yapanlar var, ama bu çoğumuz için pek mümkün değil, sanırım!
O halde yaşam tarzımızı tekrar gözden geçirerek yukarıdaki risklerin yol açabileceği hasarları asgariye indirebilecek bazı önlemleri almamız gerekiyor. Yapılacak düzenlemeler arasında bence en çok bizim elimizde olan önlem “beslenme tarzımızın akılcı yönetilmesi”. Neden? derseniz; çevresel toksinler, stres gibi etkenleri kontrol edebilmek pek bizim elimizde değil; ama bazı akılcı düzenlemeler ile besinlerimizin daha yüksek “ANTİOKSİDAN” içeriğine sahip olmasını sağlayabiliriz.
• Pişirme şeklinde akılcı düzenlemeler yaparak,
• Doğal koşullarda yetiştirilmiş kontrollü meyve ve sebzeler kullanarak,
• Beslenmemizde dengeli meyve ve sebze içeriğine dikkat ederek,
• İşlem görmüş besin öğelerinden mümkün olduğunca kaçınarak,
“Akdeniz Diyeti” tüm dünyada sağlıklı ve uzun yaşam öneriler için örnek alınan başlıca diyetlerden biri. Bir Akdeniz ülkesi olarak kendi geleneklerimizin, alışkanlıklarımızın izin verdiği ölçüde bizlerin de beslenme şeklinin genel olarak bu sınırlar içerisinde olduğunu kabul edebiliriz. Tabi bilimsel araştırma ve epidemiyolojik çalışmaların sonuçları izlenerek önerilen beslenme piramidinde belirli aralıklarla düzenlemeler yapılıyor.
İtalyan ve İspanyol otoriteleri tarafından son olarak 2014 yılında yapılan “Beslenme piramidi” önerisinde 2009 yılında yapılan daha önceki beslenme piramidi önerisinden en dikkat çekici farklılık, daha önce “Günlük alınması gereken temel öğün” olarak piramidin en altında yer alan tahıl ürünlerinden, saflaştırılmış tahıl ürünleri ve patatesin ayrılarak “Beyaz un ürünleri ve patatesin” piramidin en tepesine, yani sosis ve sucuk gibi işlenmiş et ürünleri ve tatlılar gibi riskli besinler arasına dahil edilmesi ve haftalık en fazla 3 servis kullanılmasına izin verilmesi. Ancak “Tam tahıl ürünleri” yine temel öğün gereksinimleri arasında piramidin en altında yer alıyor. Dikkat çeken bir başka ilave ise, tam tahıl ürünlerinin “taş değirmenlerde öğütülmesi” ve “ekşi maya” kullanılması. Peki neden ekşi maya; ekşi maya içerisinde normal ekmek mayası olan Saccharomyces cerevisiae’nin yanı sıra laktik bakteriler de yer alıyor. Laktik bakteriler ise ortamda laktik asit, asetik asit ve diğer organik asitlerin oluşumu hem ekmeğin lezzetini artırıyor, hem de nişastanın glikoza dönüşmesini sağlayan amilolitik enzimleri baskılayarak kan şekerinin fazla yükseltmesini engelliyor. Ayrıca ortamda oluşan asetik asit de midenin boşalmasını yavaşlatarak acıkmayı önlüyor. Bu bakımdan ekşi mayalı tam tahıl ekmeği “Harvard Tıp Okulunun” bilimsel derecelemesine göre “düşük glisemi indeksli” (54 civarında) besin grubuna girmektedir. Tabi tam tahıl ununda bulunan selülozik içeriğin bağırsaklarda uzun süre kalarak acıkmayı geciktirmesi, nişastalı besinlerin amilotik enzimler ile temasını azaltması ve dolayısıyla glisemi indeksini düşürmesi de ayrı bir yarar.
İtalyanların beslenme şekli, özellikle unlu ürünlerin (pide-piza) baskın olması nedeniyle bizimle oldukça benzer özellikte ve bu şekilde bir beslenme piramidi kanımca bizim için de uygun.
İTALYANLAR İÇİN EN SON AKDENİZ DİYETİ ÖNERİSİ