ENDİŞE, KORKU VE UMUT… PANDEMİNİN ÖĞRETTİKLERİ!
Sevdiklerimi kaybedecek miyim? Ben olmadan çocuklar ne yapar? COVID-19 pandemisinin ikinci dalgasının yaygınlığı ve yakınımızdakilerin virüse yakalandığı haberlerini almamız bu soruları daha sık sorduruyor.
Ülkemizde COVID-19 virüsünün ilk kez görüldüğü mart ayından itibaren ben de herkes gibi hijyen kurallarına, sosyal izolasyona, bağışıklık destekleyici ürün kullanımına çok dikkat ettim. Dünyanın ilk defa karşılaştığı ve pandemi ilan edilmesine neden olan yayılma hızı ve ölüm oranı ile çok tehlikeli olduğunu bildiğim bu virüs ile ilgili edinilen ve sürekli yenilenen bilgileri takip ediyordum. Eczanemde de her türlü önlemi alarak sağlık hizmeti sunmaya devam ettim.
Sağlıkçıların özverili çalışmaları ve alınan pandemi tedbirleri sayesinde pandeminin birinci dalgasını ben ve ailem hastalanmadan geçirdik. Her ne kadar vaka ve ölümler olsa da çevremizdeki kişilerden hastalanan olmamıştı. Sonbaharın gelmesi, havaların biraz daha serinlemesi ile birlikte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de vaka sayıları artmaya başlamış ve ikinci dalgayı yaşamaya başlamıştık. Artık etrafımızdan da hastalık haberleri geliyordu. Çember daralıyordu…
ÖNCE EŞİM SONRA DA BEN COVID-19’A YAKALANDIK
Hem eczacı olarak görev yapan ben hem de pandemi hastanesinde doktor olan eşim risk altındaydık. Biz her zamanki gibi tedbirliydik ama hasta sayısı o kadar artmış olmalı ki 30 Ekim 2020 tarihinde yüksek ateş semptomu görülen eşim de virüse yakalanmıştı. Evimizde sıkı bir izolasyon uyguladık. Eşim ben ve kızlarımız ile fiziksel temasını tamamen kesti, ortak alan kullanımımız olmadı. Eşimin izolasyonda olduğu 14 gün boyunca her gün bir yandan “iyileşecek” diye kendi kendime telkinde bulunuyor bir yandan da “ya kötüleşirse” diye endişe ediyordum. Bu süreçte hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok yoruldum. Eşimin iyileşmesi, virüsün evimizden çıkıp gitmesi için gün sayıyordum.
Hastalık sonucu ölümler ile ilgili çok fazla bilinmeyen olması beni kaygılandırıyordu. Bunun yanında haber kaynaklarında duyduğum hastalık ile ilgili olumsuzluklar, çevremizde yaşanan ölümler, sosyal medya hesaplarından paylaşılan “ACI KAYBIMIZ” başlıklı haberler kaygımın artmasına neden oldu. Uyku düzenim bozuldu ve dolayısı ile bağışıklığım düştü. Eşimin hastalığının 14. gününde her şey bitecek diye düşünürken bende de bazı semptomlar başladı. Takip eden günlerde COVID (+) olduğumu öğrendim.
Hastalığa yakalandığımı öğrendiğim andan itibaren çok üzüldüm, çok ağladım, zaten düşük olan moralim daha da aşağıya indi. Şimdi ben izolasyondaydım. COVID (+) olmak başlı başına bir stres kaynağı iken ailemden de ayrı kalıyor olma, hastalıkla baş başa kalma durumu hastalığın fiziksel semptomlarının oluşturduğu etkiden çok daha fazla olumsuz etkiledi beni. Hayatta en çok sevdiğim kızlarımdan ayrı kalmak zorundaydım. Zaten iki haftadır hiç dışarı çıkmamış, tanıdığım onca insan ile fiziksel iletişime geçmemiştim. Karantina süremiz bir 14 gün daha uzamıştı. Her şey yeniden başlıyordu.
Hastalığın birçok semptomunu kısa süreli de olsa yaşadım. Eşime göre nispeten hafif atlatıyordum. Grip gibi boğazda hafif yanma, geniz akıntısı, eklemlerde ağrı, koku kaybı ve en son olarak da göğsümde hissettiğim baskı hissi bana virüsün vücudumu, bağışıklığımı alt etmek için hiç durmadan çalıştığını hissettiriyordu. Kendi kendime “Bu virüsü yeneceğim” diye çok kez söyledim. Tabi çoğunlukla böyle olumlu düşünmüyordum. Eşim hasta iken onun için yaşadığım “Acaba eşimi kaybeder miyim?” sorusu ile gelen korku ve endişenin yerini şimdi “Ben ölürsem çocuklarım ne yapar?” sorusu ile gelen korku ve endişe almıştı. Olayın en kötü tarafından bakmak ve ölümü düşünmek tarif edemeyeceğim kadar kötü bir duyguydu.
İYİ Kİ DOSTLARIM VAR
Neyse ki bu süreçte eşim, arkadaşlarım, dostlarım, akrabalarım ile sık sık telefon ile iletişime geçtik. Onlarla konuşmak, mesajlaşmak, sözleri ile teselli bulmak çok iyi geliyordu. Her gün bıkmadan arayan soran beni çok seven çok değer veren insanlara sahip olduğumu bir kez daha anladım. Alışverişimizi yapan, yemek yapan evimize getiren, hastalığın değişen semptomlarına karşı ihtiyacımız olan ilaçları da evimize getiren dostlarımız iyi ki varlardı…
Hayatta sahip olunan ne para ne eşya ne unvan ne de uğrunda çaba harcadığımız kafa yorduğumuz hiçbir şeyin çok da önemli olmadığını, sahip olduğumuz en büyük değerin sağlık olduğunu gerçekten anlandığım günlerdi. Sağlık varsa sahip olduğumuz diğer şeyler önem kazanabilir, eğer sağlık yoksa geri kalan hiçbir şeyin değeri, önemi yoktur.
Daha önce tecrübe etmediğimiz böyle bir hastalıkla ilgili yaşadığım duyguları ve deneyimi sizlerle paylaşmak istedim. Pandeminin bittiği sağlıkla, neşe ile bir araya geldiğimiz günlerde görüşmek ümidi ile sağlıcakla kalın.